Otel ve Tatil Rehberi

Otel ve Tatil Rehberi

Kapadokya

İç Anadolu » Kapadokya - Nevşehir

Güzel Atlar Ülkesi... Perslerin verdiği adla Kapadokya, akıl almaz bir doğa parçası... Büyüleyici ve gizemli... Doğa harikası peri bacalarının yanı sıra Hıristiyan keşişlerinin kayalara oydukları kiliseler ile bağlantıları henüz tam çözülemeyen yeraltı şehirleri ve balonla yapılacak çarpıcı Kapadokya turu bölgenin çekici özelliklerinden...

Helen dilinden aldığı biçimiyle Cappadocia, ya da orijinal adıyla Katpatuka, yerleşik kanıya göre eski İran dilinde ‘Güzel Atlar Ülkesi’ anlamına geliyor. ‘Türkiye’deki Tarihsel Adlar’ ismiyle bir kitap yazmış olan Bilge Umar ise, bu ismi yörenin baş tanrısı Khepat’dan geldiği ve Khepat-ukh yani Khepat Diyarı anlamına geldiği kanısında.

Üzerinde taşıdığı kültürel ve tarihsel zenginlik nedeniyle UNESCO tarafından korunması gereken bölgeler arasına alınan ve dünyanın 8. harikası olarak kabul edilen Kapadokya, bugünkü Nevşehir, Aksaray, Niğde, Kayseri ve Kırşehir şehirlerinin kapladığı alanda bulunuyor. Yöreye o ünlü doğal manzarasını sağlayan kayalık alan ise Uçhisar, Göreme, Avanos, Ürgüp, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara ve çevresinden ibaret. Bundan yaklaşık 1800 yıl önce tam 17 ciltlik ‘,Geographika’yı yazan Romalı Strabon ise Kapadokya Bölgesi'nin sınırlarını güneyde Toros Dağları, batıda Aksaray, doğuda Malatya ve kuzeyde Doğu Karadeniz kıyılarına kadar uzatır.

Dünyanın en ilginç yeryüzü oluşumlarının yer aldığı Kapadokya bölgesinde, 10 değişik uygarlığa ait 429 tescilli yapı ve 64 sit alanı bulunuyor. Bu yapılar, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu ile Cumhuriyet döneminden kalma ve 2’si askeri, 70’i dinsel ve kültürel, 357’si ise sivil mimari örneği. Bölgede ayrıca, Tunç Çağı’ndan başlamak üzere Asur ticaret kolonileri, Hitit, Frig ve Grek dönemlerine ait 48 adet arkeolojik, 3 adet kentsel, 4 adet tarihi ve 9 adet de doğal sit alanı bulunuyor.

 

 

Periler ve Bacaları: Doğanın Estetiği

Bugün Kapadokya’da büyük bir hayranlıkla izlenen coğrafi oluşumların milyonlarca yıl önceye giden uzun bir öyküsü var aslında. Bölgeyi çevreleyen üç büyük yükselti Erciyes, Hasandağı ve Göllüdağı bundan yaklaşık 10 milyon önceki jeolojik devirlerde aktif birer volkandı. Bu yanardağlardan püsküren lavlar zamanla bölgenin geniş platolarını, akarsu ve göllerini yani 25 bin kilometrekarelik bir alanı yaklaşık 100 metre kalınlığında bir lav tabakasıyla örttü. Doğa, başta Kızılırmak olmak üzere bölgedeki akarsu ve gölleri, sel suları, rüzgar erozyonu ve tüm diğer enstrümanlarıyla Tüf adı verilen ve volkanik küllerin çamurla karışımından oluşan farklı sertlikteki bu kayaları milyonlarca yıl boyunca aşındırıp oyarak bölgeye yavaş yavaş bugünkü pitoresk görüntüsü verdi. Dik yamaçlardan hızla aşağı inen sel suları, karşılarında bulduğu farklı sertlik ve dirençteki volkanik malzemeden en usta heykeltıraşları bile kıskandıracak güzellikte şapkalı, mantar biçimli, konik, sütunlu ya da sivri yapıtlar yarattı. Özellikle Ürgüp ve civarında çok rastlanan şapkalı peri bacalarının sırrı, gövde ve şapkayı oluşturan kayaların farklı dirençlere sahip taşlardan, yani tüf ve lahar ya da ignimbirit türü sert kayaçlardan oluşmuş olmasıydı. Yağmur suları, coşkulu akarsular bununla da kalmadı, vadi yamaçlarını da rötuşlayarak ilginç kıvrımlardan arkaplan fonları, yamaçlardaki lav tabakalarının ısı farklarından yararlanarak büyüleyici bir renk cümbüşü yarattı. Yaklaşık 10 bin yıl önce neolitik çağın insanları yöreye geldiklerinde karşılarında işte böylesine görkemli bir manzara buldular.

Gezi
Gastronomi Durakları
Etkinlik